Türkiye’de Özgürlükçü, Demokratik Bir Anayasa Çıkarmak Mümkün Mü?
Türkiye’de İçinde Bulunduğumuz Koşullarda Özgürlükçü, Demokratik Bir Anayasa Çıkarmak Mümkün Mü?
“Özgürlükçü, demokratik bir anayasa” çıkartacaksak, söyleyecek lafı bulunan insanları maksimum tartışmaya; onları tehdit etmeden, korkutmadan yüreklendirmeye, toplumumuzun her kesimini kavrayabilecek, önyargısız, azınlıkların haklarını da garanti altına alacak bir noktadan başlamamız gerekmez mi?
Değerli KÜYEREL (Küresel ve Yerel Düşünce Derneği), “DEMOKRATİKLEŞEN TÜRKİYE’NİN YENİ ANAYASASI” panelist ve diğer katılımcıları,
6 Kasım 2010 tarihinde, üniversitemizin Kuştepe Kampüsü’nde organize ettiğiniz “Demokratikleşen Türkiye’nin Yeni Anayasası” paneli için göndermiş olduğunuz nazik davete teşekkür ederim. Maalesef aynı gün ve saatlerde, yine Bilgi Üniversitesi’nin Kasımpaşa Kampüsü’ndeki Hukuk Fakültesi’nde dersim olduğu için aranızda olamayacağım. Jale Mıldanoğlu Hanımefendi’den aşağıdaki kısa katkımı, sizlere iletmesini rica ettim. Umarım katkısı olur:
Anayasa dediğimiz şey nedir ki? Tabii ki özgürlükçü, bireyin haklarını öne çıkaran, hukukun üstünlüğünü sağlamayı hedeflemiş anayasalar, bir ülkenin, insan haklarına saygılı bir demokrasi olmasına büyük katkı sağlarlar. Ama bunun sadece bir araç olduğunu unutmamak lazım. Ben hayatımın büyük bir kısmını (30 sene), anayasası olmayan bir hukuk devletinde geçirdim. Birleşik Krallık ve diğer demokratik ülkelerde olduğu gibi aslolan demokrasi ve insan haklarına saygı ve bu değerlerin sindirilmesidir. Benim gözlemlediğim bugünün Türkiyesi’nde ciddi bir demokrasi eksikliği “democratic deficit” var. Biliyorsunuz, “democratic deficit-demokrasi eksikliği” terimi daha çok Avrupa Birliği içinde, demokratik olarak seçilmemiş insanların karar vermelerini eleştirmek için kullanılıyor. Ama “demokrasi eksikliğinin” esasen demokratik organizasyon ve kurumların (özellikle hükümetlerin) parlamenter demokrasinin kural ve işleyişindeki uyulması gereken prensiplere uymamaları ve bu nedenle de parlamentonun ciddiye alınmasının saygınlığını ve etkinliğini kaybetmesi anlamına geliyor. Yani vatandaş adına hakimiyet kullanan kurumun ve onu denetliyen kurumların yıpranması; yok olması demek!
Pratikte, içinde yaşadığımız Türkiye’de “demokrasi eksikliği” hapislerde çürüyen gazeteciler, birçok azınlığın yok sayılması, çalışma etiği eksikliği, tutuklu sayısının hükümlü sayısının üstünde olması, kulağında küpe ile derse giriyor diye, bir öğretmenin sürülmesi ve sürüldüğü köyden de “buraya gelme, sonun iyi olmaz” diye mesaj alması demek! Katledilen bir Ermeni gazetecinin davasının, eşeğin kuyruğu gibi uzayıp gitmesi ve bu katilin sistem içindeki sorumlularının bir türlü adalet önüne çıkarılamaması demek. Türkiye’nin bir numaralı sorunu olan Kürt sorununun dürüstlük ve samimiyetle tartışılmaması, yüzlerce seçilmiş politikacı ve aktivistin, hukukun kötüye kullanılarak mahkeme kapılarında süründürülmesi demek. Örnekler çok ama ben, sizlerle bizzat başıma gelen bir örneği paylaşmak istiyorum:
Geçenlerde, 30 Eylül 2010’da BirGün’deki köşemde “HUKUK DEVLETİ ANAYASASI ÜZERİNE” başlıklı bir yazı yayınladım. Yazımda, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun, bana göre “özgürlükçü, demokratik bir anayasa” çıkarma işinin başını çekebilecek tiynette bir politikacı olmadığını yazdım. Bu inancım, Burhan Bey’in bir homofobik olduğunu bilmeme dayanıyor. Kendileri “Eşcinseller de eşitlik istiyor, verecek miyiz? Tabii ki vermeyeceğiz!” diyen politikacıdır. Ülkemizde sayıları milyonları bulan bir azınlığı, böyle bir kalemde silen bu politikacı hakkında ben de “geçtiğimiz yüzyıldan kalmış politikacı” diye yazdım. Yazdım, çünkü “özgürlükçü, demokratik bir anayasa” yazma işi kendisine başbakan tarafından kamuoyu önünde verilmiş bir kanun adamı, son 30 senede dünyadaki eşcinsel hakları hakkındaki gelişmelerden haberdar olmaz mı? Mesela dünyada en son çıkarılmış anayasalardan biri olan Güney Afrika Cumhuriyeti Anayasası’nda, eşcinsel haklarının anayasal güvence altına alındığını bilmiyor mudur? Eğer Türkiye “demokrasi eksikliği” olmayan bir ülke olsaydı, Burhan Bey beni herkesin takip edebileceği bir tartışmaya davet ederdi. Ben de hem kendisine hem de bütün takip etmek isteyenlere, hangi yüzyıldan kaldığını izah ederdim. Bunun yerine Burhan Bey, beni Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayet etmiş! Yazdıklarımın hakaret olduğunu iddia ediyor. Benim için bir ilk. 40 senelik insan hakları mücadelemde, ilk defa bir savcı önünde ifade verdim. Savcı Bey yazımı dikkatlice okuyup, dava açılıp açılmaması gerektiğine karar verecek. Ben de hazır okumaya başlamışken, bütün yazılarımı okumasını rica ettim. Stilim değil, politik bir tartışmada asla bireylere hakaret etmem. Birşey çıkacağından değil; Burhan Kuzu’nun titrine güvenerek, beni ve gazetemi yıldırmaya çabaladığını zannediyorum. Başarılı olamaz ama Türkiye’deki demokrasi eksikliğinin dozu ve AKP’nin “özgürlükçü, demokratik bir anayasa” çıkartmaktan ne kadar uzakta olduğunun bir göstergesidir diye, düşünüyorum.
“Özgürlükçü, demokratik bir anayasa” çıkartacaksak, söyleyecek lafı bulunan insanları maksimum tartışmaya; onları tehdit etmeden, korkutmadan yüreklendirmeye, toplumumuzun her kesimini kavrayabilecek, önyargısız, azınlıkların haklarını da garanti altına alacak bir noktadan başlamamız gerekmez mi? Maalesef, benim gözlemlediğim Türkiye’de ciddi bir “democratic deficit-demokrasi eksikliği” var. Bu koşullarda özgürlükçü, demokratik bir anayasa çıkartmak mümkün gözükmüyor. Önce bu ortam sağlanmalı. Aksi takdirde korkarım cunta anayasası, iktidar partisinin anayasası ile değiştirilecek.
Bütün panelistlere ve diğer katılımcılara saygılar, sevgiler.
Kürşad Kahramanoğlu
Bilgi Ünüversitesi İnsan Hakları Yüksek Lisans Programı Öğretim Görevlisi ve
BirGün Gazetesi Yazarı
BirGün
11/10/2010
|