Kör lezbiyen opera sanatçısının ilham veren hikâyesi
Doğuştan kör mezzo-soprano Laurie Rubin, ilham verici öyküsünü, “Do You Dream in Color? Insights From a Girl Without Sight” (Siz Rüyalarınızı Renkli mi Görüyorsunuz? Göremeyen Bir Kızın İçgörüleri) isimli biyografisinde anlatıyor.
Herkesin takdirini toplayan mezzo soprano opera sanatçısı Laurine Rubin doğuştan kör, açık lezbiyen ve Yahudi kökenli. Biyografi yazmak için bundan daha iyi bir sebep olabilir mi? Tüm bunlar kâğıt üzerinde, bildiğimiz tipik büyüme sancıları çeken bir ergen gibi görünmüyor. Ama o, kararlılığı ve aldığı güçlü destek sayesinde, insanların kendisi hakkındaki beklentilerini aştı ve hatta yeniden tanımladı- hem müzik sektöründe profesyonel anlamda, hem de bunun dışında kalan her konuda.
Çocukluğundan beri tüm olumsuzluklara başkaldıran, hayat dolu ve etkileyici Rubin’in, o zamanlardan profesyonel bir opera sanatçısı oluşuna kadar tüm deneyimlerini “Do You Dream in Color? Insights From a Girl Without Sight” isimli kitabında bulabilirsiniz. Hayallerinin peşinden giden Robin’in yolculuğunu anlatan, “Ben kimim?” ve “Nereye aidim?” gibi evrensel soruların sorulduğu kitap sayesinde, muhtemelen hakkında hiçbir şey bilmediğiniz müzik dünyası hakkında da fikir sahibi olabilirsiniz. Yoğun bir konser programının yanı sıra Robin, yüksek lisansını da yaptığı Yale Müzik Bölümü için engelliler hakkındaki basmakalıp düşünceleri yok etmek ve engellilerin toplum gözündeki değerini arttırmak amacıyla, her yaştan ve kesimden insanın kör olmanın getirdiği deneyimleri paylaşmasını sağlayan bir müfredat hazırlıyor.
Out: Kör olarak büyüyen biri olarak, kararlılıkla devam edecek, hayallerinizi gerçekleştirmeye çabalayacak gücü nasıl buldunuz?
Laurie Rubin: Ben daha küçükken ailem yapmak istediğim her şeyi desteklediği ve bana asla bir şeyi yapamayacağımı söylemedikleri için, bu zaten içimde vardı diyebilirim. Karda kayak yapmaktan su kayağına ve raftingden sadece şarkı söylemeye yoğunlaşmama kadar her konuda beni cesaretlendirdiler. Tüm bunlardan ve kendi girişken kişiliğimden ötürü, ne olursa olsun bana bir şeyi yapamayacağımın söylenmesinden hoşlanmam. Ayrıca aileminkiyle beraber, öğretmenlerim, eğitmenlerim ve arkadaşlarımdan da fazlasıyla destek aldım.
Müziğe tutkunuz çok küçük yaşta başlamış. Operaya yoğunlaşmak ve bir opera sanatçısı olmak istediğinize nasıl karar verdiniz?
4 ya da 5 yaşındayken, büyükannem ve büyükbabam çeşitli operalardan parçalar çalardılar. [Edward] Strauss’tan gerçekten zevk alır ve Carmen’den parçalar çalardılar, ben de doğal olarak cazibesine kapıldığım operayı sesimle taklit ederdim. Böyle şarkı söylemek istemem onları çok etkiledi ve ebeveynlerime şan dersi almamı önerdiler, zaten pek iyi bir piyano öğrencisi sayılmazdım. 11 yaşında izlemeye gittiğim Operadaki Hayalet beni adeta büyüledi ve böylece, kısa bir süre sonra müziğe olan tüm ilgimi operaya yönelttim. İşte her şey böyle başladı. Ortaokula ve liseye giderken, kör olduğum için zaten diğer çocuklardan farklıydım ve bu yüzden de, onlar benimle bir ilişki kurabileceklerini anlamakta epey zorlandılar. Ben kendimi oldukça normal bir çocuk gibi hissetsem de, diğer çocuklar beni yüzeysel bir şekilde değerlendirdiler, benimle arkadaş olmaktan korktular.
Opera ve şarkı söylemek, okulun dışında benimle aynı şeylerle ilgilenen çocuklarla iletişim kurmanın bir yoluydu benim için. Benim göremiyor olmam ya da sosyoekonomik ve kültürel durumlarımız önemli değildi çünkü bizi birbirimize bağlayan şey, müziğe ve operaya duyduğumuz sevgiydi. Bu benim için sosyal anlamda o kadar büyük bir güçtü ki, hayatımın geri kalanı boyunca yapmak istediğim şeyin bu olduğuna karar verdim.
Müziğe tutkunuzu küçükken keşfettiniz, peki cinselliğinizin farkına vardığınız bir dönem oldu mu?
Her şey rüyalarla başladı. 12 yaşındayken ilk lezbiyen rüyamı gördüm. Bu benim için büyük bir şoktu ve çok korkmuştum. Annem pek çok çocuğun benzer rüyalar gördüğünü ve bunun hiçbir anlamı olmadığını söyledi. Ama 16- 17 yaşlarındayken bunun sadece bir rüyadan fazlası olduğunu anladım. Gittikçe daha fazla rüya görüyordum ve bunlar kendimi bir erkekle gördüğüm rüyalara göre çok daha canlıydı. O zamanlar buna daha açıktım, hatta bu konuda heyecanlıydım çünkü ağabeyim benden önce açılmıştı. Onun yaşadıklarını bildiğim için, açılmanın çok da korkutucu olmayacağını fark ettim. Üniversiteye eşcinselliğin Kabesi olarak bilinen Oberlin’de başladım- Oberlin’e başladığınızda eşcinsel değilseniz bile, mutlaka böyle bir deneyiminiz olacaktır. Ben de ilk deneyimimi burada bir kadınla yaşadım ve sonra asla vazgeçmedim.
Müzik endüstrisinde partneriniz Jenny’nin asistanınız ya da yardımcınız olduğunu zannetmeleri gibi sıkıntılarla karşılaşıyorsunuz. İnsanlar aslında onun da müzisyen ve partneriniz olduğunu fark etmiyorlar. Bu nasıl hissettiriyor, son zamanlarda durumda bir değişiklik var mı?
Pek çok nedenden dolayı zor bir durum çünkü tabi ki, insanların onun ne kadar harika bir müzisyen olduğunu anlamalarını istiyorum. Hatta üzerinde birlikte çalıştığımız bir albümün bestelerini ve yapımcılığını yapıyor. Ayrıca o benim partnerim ve insanların da bunu bilmesini istiyoruz. Millet olarak eşcinsellikle ilgili konuları anlamak ve kabullenmekte aşama kaydettiğimizi biliyorum ama ülkenin bazı yerlerinde bu durum tam aksine olduğundan hâlâ zorluk çıkardığı söylenebilir.
Verdiğimiz pek çok konser de ülkenin o bölgelerinde. Pek çok insanın ilişkimizi bilseler de, bizi heteroseksüel bir çiftin ilişkisi gibi ciddiye almadıklarını düşünüyorum. Çünkü bazı eşcinseller ilişkilerini açık yaşadığı için, tüm eşcinsellerin önüne gelenle birlikte olduğu gibi bir düşünce mevcut maalesef. Bence kitap çıktığında insanların düşünceleri ve davranışları değişecek mi yoksa savunmaya mı geçecekler, görmek ilginç olacak.
Eşcinsel, görme engelli ve Yahudi olmak bazılarının üç kere azınlık olmak olarak değerlendirebileceği üç ayrı özellik, ama siz başarıya ulaşmak ve hedefleriniz gerçekleştirebilmek için çabaladınız. Hikâyenizi ele almaya, yazarak ölümsüzleştirmeye karar vermenize sebep olan neydi?
Aslında su kayağına gidebildiğim ve yemek pişirebildiğim dolu dolu bir hayatım olmasına rağmen, New York’tayken insanların benim ne kadar bağımsız olduğumu göremediklerini ve bana narin bir çiçekmişim gibi davrandıklarını fark ettim. Böyle davranmaları bazen insanların benden o kadar korkmasına neden oluyordu ki, konserler için benimle anlaşma yapmıyorlardı. Ayrıca çok saçma bir şekilde haddinden fazla körün (%70- 80 oranında) işsiz olduğunu fark ettim. Jenny ve arkadaşlarımızla konuşurken hikâyemi anlatmamın ne kadar gerekli olduğunu anladım. Bu konuyu gerçekten merak eden, eğitim yönünden körleri anlamaya ve engelleri kaldırmaya çalışan insanlar vardı. Ben de tüm bu sebeplerden dolayı yazmaya başladım. Yahudi olmak ve lezbiyen olmak da hayatımın son derece önemli parçaları. Pek çok kez körlerin ya da genel olarak engellilerin engellerinin, insanların kafasında her şeyi kapsayacak şekilde genişletildiğini düşünmüşümdür. Çünkü “engelsiz” insanlarla aynı cinselliğe sahip olmadığımızı varsayıyorlar. Ben göremesem de, tabi ki hâlâ bir insanım ve çalışmayan tek şey gözlerim ve insanların bunun üzerine kafa yormasını sağlayabileceğimi düşündüm.
Kariyeriniz boyunca hep açık mıydınız?
Hiçbir zaman tam anlamıyla dolabın içinde olduğumu söyleyemem. Tabi bu konudan bahsetmek için yaygara da koparmadım, Jenny’yi insanlara partnerim olarak takdim ederim ve böylelikle konu açılmış olur. Ancak Los Angeles’ta 8. Önerge kabul edildiğinde gerçekten büyük hayal kırıklığına uğradık ve oda müziği topluluğumuzla birlikte “Love Has No Bounds" (Aşk Sınır Tanımaz) isimli, besteleri bir gey ile bir lezbiyen müzisyen tarafından yapılan bir konser düzenlemeye karar verdik. Ayrıca 1800’lerde lezbiyen bir ilişkiyi konu alan Patience and Sarah isimli operadan bir bölüm sergiledik.
Sonunda elde ettiğimiz tüm geliri Hetrick-Martin Enstitüsü’ne bağışlamaya karar verdik. Bunu yapma nedenimiz Los Angeles’ta bir sürü insanın “çocukları korumak zorundayız” diyerek 8. Önerge’nin kabul edilmesi için çabalamasıydı. Ama biz çocukları koruduklarını düşünmüyorduk, kesinlikle sokaklardaki gey ve lezbiyen çocukları korumuyorlardı ve tüm bunlardan ötürü parayı enstitüye bağışladık. Yani gerçekten önemli olduğunu düşündüğüm konularda sanatımı siyasî anlamda aktif olarak kullanmaya ve konuya müdahil olmaya çalışıyorum.
Şu anda yaşamakta olduğunuz Hawai’de yaz okulu da olan halka açık bir okul açtığınızı duydum. Okul ne zamandır açık ve bunu yapmaya nasıl karar verdiniz?
Evet, [Ohana Arts] hem bir müzik festivali hem de okul, ve programımızda bir çok LGBT genç var. Yıllar öncesinin aksine, günümüzde açılmak konusunda ne kadar özgür olduklarını görmek gerçekten heyecan verici ve olağanüstü, adeta canlandırıcı bir etkisi var.
Gençliğinize dönüp kimliğini keşfetmeye çalışan halinize ya da aynı süreçten akıllarında sürekli “Ben kimim?” ve “Nereye aidim?” gibi sorularla boğuşarak geçen günümüz LGBT gençlerine ne tavsiye ederdiniz?
Aslında Jenny’le beraber tam da bu konuda bir şarkı yazdık. Şarkının adı “The Girl I Am” (Olduğum Kız) ve size kendinizi ne kadar kötü hissettirirlerse hissettirsinler ya da hayatınızdaki o garip dönemlerde ne kadar berbat durumda olursanız olun, bu dönemleri atlatmak için kendinize gerçekten inanmanız gerektiği hakkında. Ayrıca kendinizi her zaman olduğunuz gibi sevmeniz gerektiğini de hatırlayın, çünkü öyle zamanlarda işler yolunda gitmediğinde daha iyi olmanızı yalnızca bu sağlayabilir. Böyle zamanlar gerçekten çok fazla şefkate bağlıdır, bunları yaşamak sizi daha iyi bir insan yapar ve hepsini atlatıp, aynı şeyleri yaşayan insanlara yardımcı olabilirsiniz. Büyük hayalleriniz olsun ve her zaman onların peşinden gidin. Ait olduğunuz yeri bulma yolunda güçlü olun. Size sürekli yapamayacağınızı söyleyenlere asla aldırış etmeyin, yalnızca size yol gösterenleri dinleyin, çünkü onlar sizi tanıyan insanlar. Sizi anladıkları için de olmak istediğiniz kişi olmanıza yardım edeceklerdir.